Üç ay süren uzun bir pandemi döneminden sonra çalışanların büyük bir kısmı ofis ortamına geri dönüş yaptı. Bu süreç içinde evden çalışma sistemine çabucak alışanların yanında adapte olamayanların da sayısı az değil. Umutsuzluk ile kaygı arasında gidip gelen çalışanların kimisi “hastalık kapar mıyım” kaygısı yaşarken kimisi de eve daha da çok iş getirmekten yakınıyor. Uzmanlar, olağanüstü bir dönemin ardından hem kurumlar hem de çalışanlar için en önemli adımın açık ve şeffaf iletişim olduğunu önemle vurguluyor.
Kısa süre önce başlayan normalleşme süreci özellikle çalışanlarda üstesinden gelmesi zor yeni endişeler oluşturuyor. Evde geçen günlerin ardından özellikle çalışmak için evden çıkacak olanların aklı “İşe giderken veya işte hastalığa yakalanır mıyım?”, “Yakalanırsam birilerine bulaştırır mıyım?”, “Evden çalışmaya alıştım işe gitmeye nasıl başlayacağım?” gibi sorularla dolu. İstanbul Bilgi Üniversitesi Örgütsel Psikoloji Yüksek Lisans Program Direktörü Doç. Dr. İdil Işık, normalleşme sürecinin başladığının ancak bunun hayatın tamamıyla eski haline geleceği anlamına gelmediğinin altını çiziyor. Hem işveren hem de çalışanların bu zor günlerin üstesinden öncelikle açık ve şeffaf iletişim ile gelebileceğini vurguluyor. İşveren aldığı tüm önlemleri tek tek anlatırken çalışanlar da sıkıntılarını aktararak bu dönemi atlacak.
Yoğun kaygı ve stres işyeri performansını etkiler
Doç. Dr. Işık, pandemiyle gelen tüm psikolojik etkilerin ardından yeniden işe dönüşün, kaygı ve stresi daha da tetikleyebileceğine dikkat çekiyor: “Özellikle kronik hastalığı olanlar bu stresi daha çok yaşayacak. Sadece onlar değil, 65 yaş üstü yakını ile aynı evde olanlar, mesleğimi kaybedebilirim kaygısını yaşayanlar, okula gidecek çocuğu olanlar da en stresli grubu oluştuyor. İşe geri dönmek sadece salgın açısından değil, aylardır alışılan çalışma düzeninin değişmesi açısından da birçok endişe yaratıyor. Salgının başladığı günler kadar zorlayıcı bu değişim günlerinde ilk yapılması gereken, kendimizi salgın haberlerine maruz bırakmamak. Bu kaygıyı artıracaktır. Gün içinde belirlenecek saatlerde güvenilir kaynaklardan bilgiyi almak stresimizi makul seviyede tutmamıza yardımcı olacaktır. Diğer yandan toplu taşıma ile işe giden kişiler işverenlerinden ulaşımın yoğun olmadığı saatlerde mesaiye başlamayı ve bitirmeyi önerebilirler. Bir diğer önemli nokta da uyku düzenini oluşturmak. Yoğun kaygı ve stres işyerindeki performansı etkiler, bunun sonucunda çalışan işi eve taşır. Bu da iş ve özel yaşamın birbirinin içine geçmesine sebep olur. İşi eve taşımak hem uyku düzeninin hem de sosyalleşmenin önünde büyük bir bariyer oluşturur. Tüm bunların sonucunda da hem iş hem de özel yaşam olumsuz etkilenir.”
Kronik hastalığı olanlar mutlaka yöneticisine anlatmalı
Hastalıkla ilgili dozunda hissettiğimiz kaygının bizi salgına karşı önlem almaya zorladığını söyleyen Doç. Dr. İdil Işık, bu sayede hastalığın bulaşması ya da başkalarına bulaştırma riskini en aza indirdiğimizi vurguluyor. Ancak riskli hastalıklardan birini taşıyor iseniz bu durumu mutlaka yöneticinizle paylaşmanız gerektiği konusunda da uyarıyor:
“Akdeniz ateşi gibi sürekli kişiyi hasta hissettirmeyen ama kronik hastalıklar kategorisine giren hastalıklar var. İşverenler özellikle bu dönemde bu kişilerin rahatsızlanması sonucunda doğabilecek sonuçlar açısından bir risk analizi yapmalı. Aynı zamanda çalışan da böyle bir hastalığı var ise mutlaka işvereni ya da yöneticisi ile görüşmeli. Mevcut insan kaynakları ve sağlık birimleri iş birliği yapmalı. Esnek çalışma durumunun verimli olmadığını düşünen işveren toplulukları var. Ancak kronik hastalığı olan kişilere haftada iki üç gün sahada diğer kalan günlerin evde olması gibi esnek çalışma modelleri getirilebilir. Özellikle çalışan ve çocukları olan ebeveynler, yaşlılar ile yaşayan çalışanlar önlem alınması gereken risk grubunda yer alıyor.”
Yeni formül: Günde altı saat, üç gün ofis, iki gün ev
İşe dönüş sürecinde en büyük sorumluluk işverenlere düşüyor. Bu sorumlulukların en başında işyerinde salgının bulaşma riskini azaltmaya yönelik önlemler almak, çalışanların endişe ve kaygılarını en aza indirmek geliyor. Tam da bu noktada yöneticiler ve insan kaynakları uzmanlarına büyük iş düşüyor. Doç. Dr. Işık, yöneticiler yahut insan kaynakları uzmanları, çalışanları mutlaka dinlemeliler ve onlarla şeffaf, düzenli, spekülasyonlara yer bırakmayan iletişim kurmalılar diyor. Şirketlerin yeni döneme hazırlıklı olduğunu anlatan bilgilendirici faaliyetlerin çalışanların kaygılarını azaltacağına dikkat çeken Işık, “Örneğin düzenli olarak ateş kontrollerinin yapılması, el dezenfektanlarının konum bilgisi ile bulundurulması, merdiven korkuluğu, kapı kolu gibi bölgelerin ne sıklıkta temizlendiğinin gösterilmesi kaygı düzeyinin azaltılması açısından çok önemli. Psikolojik açıdan ise çalışanlar desteğe ihtiyaç duyduklarında kiminle konuşacaklarını bilmeli. Bu konuda insan kaynakları departmanları aktif olup klinik psikologlarla bağlantı kurabilir. Uzun bir dönemi mesai kısıtlaması olmadan geçiren çalışanlar için ağır iş yükü ve zaman baskısından da kaçınılmalı. Ekstra iş talepleri kaygıyı arttırıp performans düşüklüğüne neden olabilir. Aynı şekilde eski çalışma düzeni haftanın beş günü sekiz saat şeklindeydi. Bu süreçte çalışma süreçleri günde altı saat, üç gün ofis ortamında iki gün ise evden çalışma şeklinde yeniden düzenlenebilir” dedi.